Sapanca Ultra Maratonu, Sapanca Dağ Koşusu, 30K
26 Haziran.2016
Katılan Run.Bo’lar: 50K – Aylin; 30K – Bike, Ersavaş, Sermin, Seyit
Sapanca’da bu yıl 2. si düzenlenen Sapanca Ultra Dağ Koşusu’na Team Run.Bo olarak, kalabalık bir ekiple katılma kararını 1.5 ay öncesinden vermiştik… Geçen yıl, Kaçkar Ultra ile çakışıyordu, Doğu Karadeniz aşığı bir ekip olarak, tercihimiz Kaçkar’dan yana olmuştu. Bu yıl ise Sapanca Ultra, Haziran ayının tek büyük organizasyonu idi, zaten geçen yıldan da bir borcumuz vardı, hemen yarış takvimimize dahil ediverdik… Sapanca’da hem zorlu bir parkurda koşacak, hem de keyifli bir otelde haftasonu tatili yapma imkanımız olacaktı. Bir taşla 2 kuş dediklerinden… Şehir dışındaki yarışların en müzdarip tarafı, uzakta bırakmak zorunda kaldığımız (ve artık küsen) ailelerimizi de bu sefer Sapanca’da organizasyona dahiledebilme şansımız olacaktı… Sponsor NG Sapanca otelde yerlerimizi, organizasyona mail atarak ayırttık ve yarış haftasonunu iple çekmeye başladık. Fakat yarışa 2 gün kala, otel rezervasyonlarımızda sorun olduğunu, zira talebin beklenene göre fazla olduğunu ve otelde yer kalmadığını öğrendiğimizde, bu sıcak günlerde bizdeki etkisi soğuk bir duş gibi oldu Hızlıca alternatiflere yönlenmeye çalıştık ama söz konusu yer Sapanca ve popüler olunca, haftasonu için civardaki oteller zaten çok önceden dolmuş idi… Yarışa 24 saat kala kararımızı netleştirdik. Aileleri yine İstanbul’da bırakıp, yarış sabahı erkenden yola çıkıp, Sapanca’ya günübirlik gidip gelecek şekilde, yarış start’ına yetişecektik.
Yarış sabahı gelip çattığında, whatsapp grubumuz erken saatlerde hareketlenmişti bile. Ekip hazırdı ve heyecanlıydı. Yolda kahveler içildi, dedikodular yapıldı, arada görüşemediğimiz zamanı telafi etmeye çalıştık. İstanbul’u terk ettikten yaklaşık 1.5 saat sonra, yarış başlangıç noktası Sapanca Belediye binasının otoparkına park ettiğimizde, saat 08:00’i gösteriyordu. Henüz Sapanca Pazar sabahına uyanmamıştı, ortalık çok sakindi. Kayıt masası da henüz boştu, hemen ilk iş kayıt işlemlerimizi tamamlayıp, çiplerimizi teslim aldık.
Start saati yaklaşırken, dostlar, tanıdık yüzler de gelmeye başladı. Sapanca merkezi, bu ramazan sabahında sakinliğini ve dinginliğini bize teslim etmeye başladı. Rengarenk kalabalık gittikçe artıyordu. Ayağı aksayan Bakiye Abla’mızı görüp hasret gideriyoruz, neyse çok şükür ki sorunu çok önemli değilmiş… Ekibimizin otelde kalabilen tek şanslı üyesi Sermin de servisle geldiğinde aramıza katılıyor, ekibi tamamlıyoruz. Alper ve Elena ile karşılaşıyoruz, kucaklaşıyoruz, hazır onları da yakalamışız, hep birlikte ekip fotoğraflarımızı çektiriyoruz… Fotoğraflar çekilirken, son hazırlıklar derken, zaman su gibi akıp gidiyor. Vee geri sayım başlıyor! 10..9..8… ..3..2..1!
Vee başlıyoruz. Artık tecrübemiz var, Aylin ve Sermin’i yarış başladıktan sonra bir daha görmeyeceğimizi biliyoruz. Start, onlarla vedalaşma vakti demek… Yolumuz açık olsun, ayaklarımız düz bassın…
…Aslında hangi mesafede koşacağımız baştan epey bir kararsızlık konusu olmuştu. Organizasyon içinde 3 ayrı yarış parkuru vardı. 7k, 30k ve 50k. 50k finişi otelde idi, diğer 2 kısa mesafe de yayla/dağda bitiyordu ve kısa mesafeler hep tırmanış idi, halbuki 50k parkurunda 30k’ya kadar tırmandıktan sonra, inişler de vardı. Yaylada bitirmektense, şehirde bitirmek ilk bakışta daha mantıklı görünüyordu… Ancak 3 ay önce ayak bileği bağlarımı basket oynarken kopardıktan sonra, bu ilk uzun yarışım olacaktı, kendi limitlerimi zorlayacağım için ben de Ersavaş, Bike ve Sermin gibi 30k koşmaya karar verdim, Aylin, zaten tartışmasız 50k parkurunda olacaktı. Eski ortağımı 50k’da yalnız bırakmak bana yakışmadı ama bu seferlik böyle olması galiba en doğrusu idi.
Yarış sabahı, yüksek nemden dolayı sisli bir hava vardı, sabahın erken saatlerinde güneş gökyüzünde sisin içinde kendini saklamıştı, Bike güneşi görmediğimiz için Polyanna’cılık yapıyordu ancak sevinmek için henüz çok erkendi… O masum görünen sisli puslu hava, sadece 1 saat sonra tam bir çöl canavarına dönüşecekti!
Yarış tam zamanında, 09.00’da başladı. Şehir merkezinden ve hızlı tren hattının altından geçerek göl kenarındaki harika bir koşu parkurundan, tren raylarına paralel olarak koşmaya başladık. Tam da bu esnada güneşin bütün acımasız sevimliliğini hissetmeye başlamıştık bile. Yaklaşık 4k kadar bu parkurda koşarken pace’imiz 5.40 civarındaydı. Daha sonra yolu geçip, yine bir altgeçit ile bizi dağlara yönlendiren parkura girdik, fındık ağaçları arasında harika bir patikadan yükselmeye başladık. Kendimi mutlu ve iyi hissediyordum, bir süre sonra Bike ve Ersavaş geride, arkadaki kalabalık içinde
kaldılar, onları göremez oldum. 6k civarında ayak topuklarımda batma başladı ve ağrı gittikçe artıyordu. Bir ağaç altına oturup, ayakkabı ve çoraplarımı çıkarttım. Vurmaya bağlı olarak su toplamıştı. Bu arada arkadaşlarım beni yakalayıp geçtiler. Ayakkabının topuğuna basarak bir süre daha devam ettim. Asfalt bir yokuşa gelince, ayakkabıyı tamamen çıkarıp elime aldım, artık sadece çorap vardı ve ağrı gitmişti. 1k kadar böyle gittikten sonra, asfalt yol bitmeye başlarken, ayağıma batan bir taşla kendime geldim ve tekrar ayakkabımı giydim. Gölgeler artık tamamen bitmiş, güneş iyiyiden iyiye kavurmaya başlamıştı. 7k CP’inde Bike ve Ersavaş’ı yakaladım. Su tedarik edip, ağzıma birkaç lokma birşeyler atarak yola devam ettim. Dik yokuşlar devam ediyor ve bayağı zorluyordu. Tepemizden eksik olmayan güneş de öyle… Köydeki inşaat ustalarından, köy sakinlerine kadar herkesin şaşkın bakışları üzerimizde geçiyoruz önlerinden… Bir teyze soruyor, “nereye böyle” diye. “Soğucak Yaylası’na” diye cevap verince, “uyyy gidilmez oraya kadar, çok yol” diyor! ;))
Memnuniye çıkışındaki çeşmeden su kabımı doldurduktan sonra artık toprak stabilize bir orman yoluna giriyoruz. Düzlüklerde koşabiliyordum ama cehennem gibi bir sıcak vardı, yokuşlarda da yürümek bile zorluyordu. 10k civarında bir tuz tableti ve enerji jeli alarak yola devam ettim. 14k CP’da tekrar su tedariği yaptım. Masada Bike ile Ersavaş beni bekliyordu. Ben geldiğimde onlar da çıktılar tekrar parkura. Bir sonraki CP’nin 20k civarında olduğu söylendi ama sadece su noktası olacaktı. Bir şişe su bir sonraki kontrol noktasına kadar yeter diye düşündüm. Bir süre sonra yeniden Bike ve Ersavaş’ı yakaladım, ama çok geçmeden yorgunluk belirtileri başladı. Bir tuz ve enerji jeli daha aldım. Artık Bike ve Ersavaş ile yine yanyana idik, sohbet ede ede yürümeye başladık. Yokuşlar azaldığında, düzlükler başladığında, koşmayı tekrar denedim, ancak ayağımdaki kasılmalar izin vermiyordu. Bike, beni Ersavaş’a emanet edip devam etti. Bir süre daha yürüdük. Tekrar düzlüğe geldiğimizde tekrar koşmayı denedim ancak kramp giriyor, ayağım koşmama bir türlü izin vermiyordu.. Ersavaş’ın hızını kesmeden devam etmesini istedim. 20k civarındaki CP’e denk gelmeyi beklerken yerinde sadece boş pet su şişelerini görünce yıkıldım. Suyum azalmaya başlamıştı. Biraz açma germe hareketleri yaparak yürümeye hızlı adımlarla devam ettim. Bir süre sonra suyum tamamen tükenmişti. Yarışın bitmesine sadece 6k kalmıştı, ha gayret dayanırım diyorum bir yandan kendi kendime. Bir süre sonra tekrar koşmayı deniyorum ve sürpriz bir şekilde bu sefer kramptan eser yoktu, ağrıya ise alışmıştım artık. Tek sorunum susuzluktu. Yolun biraz daha düzleşmeye başlamasıyla hedefe yaklaştığımı hissediyordum fakat bir türlü varamıyordum. Güneşin en sıcak zamanıydı, orman içinden gitmize rağmen hiç gölge de yoktu. Artık iyice bitkinleştiğim anda, tozu toprağı birbirine katarak yaklaşan bir jandarma aracı bana bir su şişesi uzatmaz mı?! Çölde su bulmuş gibiyim!!! Bir tuz hapı daha alarak koşmaya başladım. Yemyeşil tanıdık yaylaya geldiğimizde artık uzaktan finiş bayrakları da görünüyordu. O motivasyonla son 2k’yı en az 10 kişiyi geçerek finişe ulaştım. Ersavaş ve Bike beni gördüğünde,
şaşkınlıktan donup kaldılar. Ağır bedenime yakışan dev madalyayı Mahmut Yavuz bizzat kendisi taktı boynuma. Yarışı bitiren herkes kendini ağaç gölgelerine atmıştı, bitirmenin verdiği haklı mutlulukla neşeli sohbetler eşliğinde soluklanıyordu. Birşeyler yiyip içip, ağaç gölgesinde dinleniyoruz, fotoğraflarımızı çekiyoruz, yarışı bitirdiğime en çok ayaklarım pek mutlu… Terimiz soğuyor. Servis bir türlü gelemiyor, bizi Sapanca merkeze geri taşıyacak araç gelmek bilmiyor. Servisi umutsuzca beklemek yerine acaba 50k’ya devam mı etsek diye düşünürken Mahmut servisin yola çıktığını müjdeliyor, bu kadar bekledik, o zaman biraz daha bekleyelim diyoruz. Ancak Sapanca merkeze dönmemiz 1 aktarma ile tam yarış bittikten 3.5 saat sonrayı buluyor. Yol hakikaten servisin zorlukla gidebildiği bir yol. Aslında koştuğumuz yolu araçla komple gerisin geriye dönüyoruz. Keşke 50k’ya devam etseydik! Sermin ilk servisle çoktan şehire dönmüştü, Aylin 50k’yı çoktan bitirmişti. Yaylada telefon da çekmeyince bize ulaşamamıştı. Kızcağızın eşyaları arabada olduğu için, o da üzerindeki terli ve ıslak kıyafetleriyle
bizi 4 gözle bekliyordu. Otelin havuzunda birbirimize kavuştuğumuzda, biz aç bilaç, Sermin ve Aylin de en azından karnını doyurmuştu. Ortak tarafımız ise, hepimiz leş gibiydik, ter ve toz birbirine karışmış, üzerimizde garip çamurumsu bir katmanımız vardı. Duşa doğru giderken, Aylin, Elena ile 3’lüğü birlikte el ele göğüslediklerini anlattı. Kocaman tebrik ettik. Tüm bunlar olurken, bir yandan da ödül töreni başlamıştı. Aylin’in ismi kürsü için anons edilirken, bizim hala duş yapıp, üzerimizi değiştirme telaşımız vardı…
Ekibimizin hepsi 4-5 saat arasında yarışı bitirdi. Görmeyeli kızlarımız kendilerini bayağı geliştirmişler. Kendilerini tebrik ediyorum, ama benim bu açığı en kısa zamanda kapatmam gerekiyor.
Sezonu Sapanca Ultra ile kapattım. Şimdi sonbahar yarışlarına hazırlanmak için bana müsade. Parkurlara geri dönüşüm muhteşem olacak…
Şimdi gelelim organizasyon ile ilgili bazı notlara :
Hamiş :
Sapanca Ultra, hayatımızda koştuğumuz en zorlu yarışlardan biri olarak kayıtlara geçti. Survivor gibi bir şey yaşadık. Sürekli tırmanış (1.184m), çok sıcak, yüksek nem ve susuzluk… Akıllı olan, 35C’yi aşan sıcaklıkta bırakın koşmayı, sokakta yürümeyi bile düşünmezdi! Bizim organizasyona önerimiz, önümüzdeki yıl, sağlık raporuyla birlikte katılımcılardan akıl sağlığı raporunun da istenmesi yerinde olur
Yaşasın delilik!
Herşey bir yana, sürprizlerle başlamıştı, ama İstanbul’a çok keyifli döndük, nefis bir Pazar günü geçirmiş olduk Organizasyonda emeği geçen UA ekibinin ellerine, kollarına, ayaklarına, terine sağlık. Seneye çok daha iyi, çok daha keyifli bir organizasyon olacağına hiç şüphemiz yok… Seneye, Sapanca’nın tozlu ve bol güneşli patikalarında görüşmek üzere!
Yazan: Seyit Aydoğmuş
Edit: Bike Geçkinli